Kızımın Okulda Derste Yazmış Olduğu ve Öğretmeninin
Okul Dergisinde yayınlayacağı Kısa Bir Hikaye 💜
BİR
GÜN
Bağırışların
sokağa taştığı kaldırımlardan ağır ağır yürüyordum. Her adımımda dandik, mavi
naylon poşetlerin içindeki sebze ve meyvelerin daha bir ağırlaştığını
hissettim. Patlıcan, kabak, maydanoz, patates. Evde lazım olan her şeyi
almıştım sanırım. Eve gidince şimdi şöyle güzel bir dolma yapardım. Yanına da
bir güzel çorba. Mis. Pazar yapmayı hiçbir zaman sevmemiştim. Bağırışlar
yüzünden kendi düşüncelerimi bile duyamıyordum. En iyisi bir dahakine Mehmet’i yollamak. Ay aman, o da
taht kurduğu koltuğundan bir ayrılmıyor ki. Anca balkondaki çiçekleri ile
ilgilensin. Pazardaki satıcıların bağırışlarından uzaklaştığım an rahatladım.
Başım çatlamıştı. Artık eskisi kadar genç değildim ki bende. Altmışı görmüştüm
artık. Yaşlanmıştım bende. Mehmet’te yetmiş olmuştu sahi ya. Zaman ne hızlı
geçmiş. Daha dün gibi hatırlıyorum gençlik günlerimi. Ah, ah nerde o zamanlar
işte. Gerçi Mehmet yaşlandıkça daha bir çocuklaşmıştı.
Eski zamanlardan bir eksiği yoktu şimdi ki zamanın. Eve girmem ile kendimi zar zor mutfağa attım. Nerde kaldın hanım, açlıktan öldüm ben burada, demişti Mehmet bir odadan bana seslenirken. Sizi doyurabilmek için bu yaşlı başlı halimle pazara gittim Mehmet bey. Sende orada saatlerce otur ya televizyon izle ya da çiçeklerinle ilgilen. Aman, sakın bana yardım etme. Maazallah yorulursun falan. Geldim işte Mehmet, dedim sızlanır bir şekilde. Üzerimi hızlı bir şekilde değiştirip mutfağa geçtim. İlk önce dolmadan başlayayım en iyisi. O geç olur şimdi. Mutfak küçüktü. Bize yetiyordu. Bir duvarı boya boya dolapla kaplıydı. Hemen yanındaki duvarda cam ve balkona çıkmak için kapı vardı. Diğer duvarda ise Mehmet ve benim sığacağımız iki kişilik bir masa vardı. Ne torun ne çocuk vardı bizde. Ev hep bir sessizdi. Evde tek ses televizyondu. Birkaç sene önce kızımızı trafik kazasında kaybetmiştik. O bizim tek varlığımızdı. Pek de güzeldi yavrum. Kendi ölümümüzden önce onun ölümünü görmek bizi sarsmıştı. Biricik yavrum ne gençliğini yaşayabilmişti ne de güzel bir yuva kurabilme şansı elde edebilmişti. Mehmet balkona çıkmıştı yine. Özenle büyüttüğü çiçeklerine birkaç sevgi sözcüğü eşliğinde su verdi. Ah be adam, unutmamıştın dimi. Oysa ki hatırlatmamak için elimden geleni yapmıştım . balkonda bir sürü, farklı farlı türlerden çiçekler vardı. Ama onun için sadece bir tanesi çok özeldi. İris çiçeği. Yunancada “Gökkuşağı” anlamına geliyormuş. Mor İris Çiçeği saflığı, umudu, bilgeliği ve masumiyeti temsil ettiğinden kızımız için en yakışan çiçeğin bu olduğuna karar vermiştik. Canım kocam benim, bu günlerde hep daha bir aksi oluyordu.
Yine de anlıyordum onu. İkimiz içinde çok zordu bu. Yıllar geçmesine rağmen ilk gün ki acısı hala tazeliğini koruyordu. Yemeğin hazır olması ile Mehmet’i çağırdım. Masaya oturmuş yemeklerimizi yiyorduk. Bana belli etmemeye çalışsa da şu an fazlasıyla üzgündü. Biliyordum. Çünkü bende öyleydim. Ona baktım. Sanki olabilirmiş gibi bir günde yüzü daha bir çökmüş, saçları daha bir ağarmıştı. İkimizde boğazımızdan zorla geçe geçe yemeklerimizi bitirmiştik. Sadece bir iki bir şey konuşup soğuk yatağımıza girmiştik. Havalar soğumaya başladıkça daha bir soğumuştu. İşte bir gün daha bitmişti.
İrem Sinem GÜNEY
Burhan Felek Anadolu Lisesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder