L.M. Montgomery’in 1908 yılında yazdığı “Anne of Green Gables” kitabının bir uyarlaması olan dizi Anne with an E, bir Kanada-ABD ortak yapımı olarak bir süredir bizlerle ve Netflix’te izlenmeden geçilmemesi gerekenler arasında benim için yerini çoktan aldı bile. Dizinin hikayesi şöyle: Aslında oldukça üzücü bir geçmişe sahip Anne, annesi ve babasını hiç tanımamış olarak 13 yıl boyunca yetimhanede yaşamak zorunda kalıyor. Zaman zaman evlat edinilse de yetimhaneye hep geri bırakılıyor. Yetimhanede kalan diğer çocuklar tarafından dalge geçiliyor, akran zorbalığına uğruyor, evlerde hizmetçilik yapıyor. Bir gün Prens Edward Adası’nda yaşayan Cuthbert ailesi, yetimhaneden bir erkek çocuk evlat edinmeyi talep ediyor ancak yanlış anlaşılma sonucu yetimhane müdiresi onlara Anne’i gönderiyor. Cuthbertlar önce Anne’nin gitmesini istese de zamanla ona alışıyorlar.
Aile, bu küçük kız çocuğu karşında şaşırıp kalıyor aslında. Karşılarındaki durmaksızın konuşan, okuyan, yaşının ve çağın çok ötesinde bir kız çocuğu… Anne, bir süre sonra okula başlıyor ama ilk zamanlar hem yerel halka hem okuldaki arkadaşlarına karşı mücadele vermek zorunda kalıyor. Her iki grup da bir yabancıyı kabul etmekte direnç gösterip, onu ötekileştirmeye çalışıyorlar.
“Yetimsin, çilli ve kızılsın.”
Anne 13 yıl boyunca mücadele etmeye alışkın olup sadece umut dolu değil, aynı zamanda cesur ve kararlı bir karakter oluşuyla karşımıza çıkıyor.
Anne, okula alışma sürecinde geçen süre boyunca tek farklılığının kızıl saçları olmadığını fark ediyor. Diğer farklılığı ne mi? Anne’in sınıfındaki kız çocuklardan çok farklı olan düşünceleri, gelecek hayalleri… Öyle ki, bazen Anne’in kurduğu cümleleri anlamıyorlar bile – o kadar çok kitap okuyor ki, kelime dağarcığı arkadaşlarından çok fazla. Annelerinin kendilerine çeyiz yaptığını söyleyin kızlara Anne: “Benim çeyizimde romanlar olacak” diyor örneğin. Sanırım son cümle aralarında var olan farklılığı açıkça özetliyor.
Anne, ilham alabileceği tüm kadınlardan ilham alıyor. Öğretmenleri Muriel Stacy, Josephine teyze, Jane Eyre… Jane Eyre’nin yazdığı satırlardan öylesine etkileniyor ki! 1800’lerin sonunu yani Viktorya döneminin izlerini izlediğimizi düşünürsek işler pek bugün olduğu gibi değilmiş o zamanlar: Kız çocuklarının tek bir görevi varmış, ileride iyi bir eş olmak…
Anne karakteri beni izlerken çok düşündürdü diyebilirim. 13 yaşına kadar pek hoş bir hayatı olmamış, çeşitli zorlukluklarla karşılaşmış bir kız çocuğu var karşımızda. Sizin de 3 sezon / 27 bölümü izlerken göreceğiniz gibi Anne; inanılmaz bir hayal gücüne sahip, neşe dolu, canlı ve cansız her şeyle konuşabilen, arkadaşlık edebilen bir çocuk. Tam bu noktada bunca olumsuz şey yaşayan bir kız çocuğu nasıl bu kadar neşeli olabiliyor, diye sormadan edemiyor insan…
Anne aslında o güne dek sahip olmadığı şeylerin kıymetini biliyor. O güne dek kimse ona kıymet vermemiş; mutlu mu, hasta olur mu gibi soruları onun için kimse düşünmemiş. Aslında dizide Anne’in ilk defa bir aileye sahip oluşunu izliyoruz. Anne, Green Gables’ta Diana ile tanışana dek gerçek bir arkadaş ile güvende hissetmek, bir şey paylaşmak ne demek bilmiyor bile. Diana bir yana, Gilbert’in hakkını da yememek lazım. Her ne kadar başlarda birbirlerine rakip bile olsalar birbirlerine bir o kadar benzeyen bir ikili oldukları kesin.
Dizinin insanı kendisine bağlayan tek özelliği bu değil; tüm dizi boyunca sırasıyla 1880’lerin sonunda kadın hakları, ifade özgürlüğü, ailelerin kız çocuklarına ve geleceklerine bakış açısı, ırkçılık gibi sorunlara karşı Anne’in hiç vazgeçmeden dimdik duruşunu izliyoruz. Anne bu duruşu sergilerken öğretmenleri olan Muriel Stacy’nin ve Anne’nin başına ne gelirse gelsin ondan desteğini esirgemeyen Cuthbert ailesinin hakkını vermek lazım. Anne aileye girdikten sonra yıllarca içine kapanmış olan Matthew ve kendini eve hapsetmiş Marilla’nın hayatları değişiyor. 27 bölümün sonunda sanıyorum Anne sevginin iyileştirici gücünün hepimize kanıtlıyor.
Tüm bölümler boyunca hayatlarımıza eşlik eden Anne, belki de kendimizi ve yaşadığımız yakındığımız hayatlarımızı daha çok sevmemizi sağlıyor. Hepimizin hayatından Anne Shirley Cuthbert gibi birinin geçmesini dilerim. Aslında hepimizin bir Anne Shirley Cuthbert olmasını dilerim!
Kapak fotoğrafı: CBC.ac
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder