Bir grup işçi 1594 yılında Sarno nehrinin suyundan faydalanmak amacıyla kanal çalışması yaparken üzerinde bazı yazıların bulunduğu iki taştan tabela bulurlar. Ancak bu yazıların üzerine giden hiç kimse çıkmamıştır. Yerel yönetim tarafından bir kenara konur ve üzerinde durulmaz. Olayın üzerinden 145 yıl geçer ve 1739′da Napolili mühendis Rocque
Joaquin de Alcubierre (1702-1780) bölgeye bir yeraltı tüneli açmak için barut fıçılarını yerleştirir. Ancak fıçıları koyduğu yerin M.S. 79 yılında bir yanardağ patlaması sonucunda haritadan silinen kayıp antik Pompei kentinin tam orta yeri olduğunun farkında değildir. Bir kaç gün içinde duvar fresklerine ve kollarında bir çuval altın tutan taşlaşmış insan cesedine rastlar. Alcubierre ilk başta bölgede bulduğu eşya ve kalıntıları Napoli Kralının hazinesine yollamış ardından iş arkeolojik bir kazıya dönüşmüştür.
1763 yılında Alman sanat tarihçisi ve arkeolog Johann Joachim Winckelmann (1717-1768) bu bölgeyi kazmayı kafasına koymuş ancak alana girmesi ve kazı çalışmasında bulunması krallık tarafından yasaklanmıştır. Ancak çalışmalarını sürdüren Winckelmann Pompei kentinin krokisini çizmiş ve orada gördükleri hakkında detaylıca bir rapor hazırlamıştı. Trieste’de bulunan bir handa bir kaç haydut tarafından öldürülen Winckelmann’ın raporu ve krokisi kendinden sonraki araştırmacılar tarafından ele geçirilir. Ancak uzun yıllar Pompei yarı kazılmış bir halde akıbetini bekler.
Antik kentin incelenmesi önünde engel teşkil eden Napoli’deki hanedanlık el değiştirince kent İtalyan arkeolog Giuseppe Fiorelli’nin (1823-1896) araştırmalarına bırakılır. Fiorelli, planlı ve sistemli biçimde hareket edip kentin krokisine göre kazılarına başlamıştır. Pompei’nin sokaklarını, meydanlarını, büyük çarşısını, tapınaklarını, pazarlarını ve mahkeme salonlarını gün yüzüne çıkartmıştır. Arkeolog Amedeo Maiuri (1886-1963) bölgedeki çalışmaları devir alana dek gömülü kentin 3′de 1′i tüm detaylarıyla ortaya çıkarılmıştır.
Bunun yanında kentte kazılar sonucu bulunan çok trajik unsurlar da vardır. Kentin her alanında yanardağdan fışkıran metrelerce yükseklikteki lav dalgasının altında kalmış insan cesetleri bulunmuştur. Cesetlerin duruş biçimleri şaşırtıcıdır. Kimi kıvranır ve yerlerde sürünür haldedir, kimi eşyalarını taşırken veya altınlarını koruma altına almaya çalıştığı esnada lav altında kalmıştır. Kimi cinsel ilişkiye girdiği an hayatını kaybetmiş kimi de kentin surlarının dışına çıkmasına metreler kala ölmüştür. Her yönde can çekişen insan cesetleri günümüzde de Pompei kentinde görebileceğiniz taşlaşmış insan kalıntılarıdır.
Güney İtalya’da bulunan Pompei, Napoli’nin koyu ile dağları arasında yer alan, Romalı varlıklı ailelerin yaz aylarını geçirdikleri ve nüfusu 20 bin kadar olan eski bir antik kentti. Rengarenk dükkanları, mermerden yapılma villaları, yeşillik içinde bahçeleriyle güzel bir yerdi. Tüccarların uğrak yeriydi. M.S. 79 yılının 24 Ağustos günü sabah 07.30 ile 07.45 saatleri arasında kent korkutucu bir deprem sarsıntısıyla uyandı. Yüzlerce yıldır faaliyette olmamış olan Vezüv yanardağı korkunç bir patlamayla tsunami’yi andıran metrelerce yükseklikteki lav ve kül dalgasının kente akmasına sebep olmuştu. Vezüv’den kente doğru akan lav ve ateş dalgası kuşlardan başlayarak tüm hayvanları ve insanları telef etmişti. Tüm kent lav altında kalmadan önce dağdan fışkıran taşlar, kayalar kentin her yerine yağıyordu. Kısa bir sürede binlerce insanla birlikte tüm kenti yutan lavdan kurtulan az sayıda insan şans eseri ve hızlı davrandıkları için nehir kıyısında bulunan bazı kayıklara binerek felaketten uzaklaşabilmişlerdi.
Sinema ve resim sanatından edebiyata, çeşitli rivayetlerden arkeolojik ve bilimsel bulgulara kadar pek çok alanda insanoğlunun dikkatini çeken bu antik kent günümüzde turizme açık bir sit alanıdır.
Kaynakça
PEATTE, Louise and Donald. (1967). Pompei’nin Yaşayan Harabeleri. Bütün Dünya. sayı: 74.s.160-163.
Sami Mert EĞİLMEZER
Tarih Kronikleri
Dünyalılar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder